BiraSever

View Original

Lefebvre; Belçika'dan dolaplarımıza: Hopus ve Barbar Blonde

Belçika biraları tadımına devam

Bir önceki yazımda bu iki güzel biranın (Hopus ve Barbar) hikayesini oluşturan manastıra ve arkasında yatan çeşitli olaylara değindim. Okuduysanız buradan devam. Okumadıysanız: Hopus ve Barbar Blonde'un mucidi: Brasserie Lefebvre . Hopus'u ilk kez üç sene önce yurtdışından bira getirmiş bir arkadaşımın balkonunda, temmuz ayında içmiştim. O andan aklımda kalanlar, değişik şişe açılma tarzı, biraz gazlı yapısı ve yüksek alkolünü hissettirmesi ile birlikte çok da serinletici olmadığıydı. 

Ülkemize yeniden giriş yapmış olan bu birayı tekrar içtiğimde, kafamda geçmişteki tadından kalan ön yargılarım yoktu. Bu tadımı da sıfırdan başlamış gibi bir kafayla yazdım. Bir pazar akşamı, ertesi gün iş varken, kafa dağıtmanın en güzel yolu bürün enerjini bir biraya vermek olabilir :). İşte ilki: Hopus.

Hopus

Henüz yeni bir bira, 2008 yılında üretilmeye başlanmış. Arkasında senelerin Hopus üretimi tecrübesi veya tarifi yok. Ama çok iyi bildikleri bira üretim know-how'ı var, ve ilk seferde bir birayı kitlelere ulaştırabilmek ve kabul ettirebilmek de kolay değil. Hopus bunu başaran güncel biralardan. Peki bunu nasıl yapıyor?

Hopus'un üretimi tamamen Belçika gelenek ve geçmişine uygun olarak, %100 Belçika şerbetçiotları seçilerek olmuş ilk olarak. 2 yıllık bir araştırma ve geliştirmenin sonucunda 5 farklı şerbetçiotunun karışımı ile elde edilmiş. Bu kadar uzun araştırma mı olur demeyin, o kadar çok şerbetçiotu türü var ki, bunların 5'li kombinasyonlarını alıp teker teker tadına bakarak denemek haliyle zaman alıyor. 

Belçika biralarının bir çoğunda olduğu gibi bunun da kendi bardağı var. Ama bardağına ek olarak yanında ufaklık bir shot bardağı da geliyor. Aşağıda incelersek:

Bunu markanın biz bira sevenlere bir jesti sanmayın. Tamamen sunumla alakalı bir durum aslında. Biranın içinde şişenin dibinde birikmiş şekilde canlı mayalar fermantasyona devam ederken, siz de birayı açmaya karar verdiniz. Buraya kadar her şey çok güzel ve normal. Bardağına servis yaparken yavaşça döküyorsunuz ve dibinde mayaların yüzebileceği ve bardağa geçmeyeceği bir miktarda birayı (yaklaşık 1-2 cm) da şişenin dibinde bırakıyorsunuz. Daha sonra dipte kalan bu mayaları da kendi shot bardağına boşaltıyorsunuz. Mayalar bu küçücük alanda devam ediyorlar reaksiyonlarına. Siz biradan bir yudum alıyorsunuz, tadını ve aromasını not alıyorsunuz bir kenara. Sonrasında da mayaları dikiyorsunuz kafaya. Bildiğimiz bira shot yapıyorsunuz. Bkz. Beer pong. Sonra biradan tekrar yudum aldığınızda mayaların bira tadını nasıl değiştirdiğine şahit oluyorsunuz. Öyle diyorlar yani genelde. Ben bu şekilde içmedim hiç bir Hopus'umu. Ama şişenin dibindeki mayaları bir kaç yudumdan sonra bardağa boşalttığımda farklı tatlar aldığım da bir gerçek.

Şişesi de çok havalı. Standart kapaklı şişelerin aksine güç kullanarak elinizle açmanız mümkün. Ama bize gelen versiyonları normal kapaklı şişeler. Aşağıda üstte orijinal elle açılabilir kapaklı versiyonunu, onun altında da bizde pazara sunulan normal kapaklı versiyonu var:

Bira tarz olarak "Belgian Strong Ale" ya da "Belgian Style IPA" diye geçiyor. Bana sorarsanız ikisinin ortasında bir şey. Hoppy karakteri ile ikincisine yakınken, alkol oranı Strong Ale ünvanını hak etmesini sağlıyor. Henüz Hopus bardağım olmadığı için Duvel'den servis ediyorum. Siz evde bunu denemeyin:) Ben biranın üzerinde kullanılan fontu sevdim. Kendine özgü bir havası var. Bana hipnozu ya da sarhoşluğu çağrıştırıyor nedense. Belki kullanılan kırmızıdan, belki de asimetrik yapısından. Kapağında üretici ve üreticinin kurulduğu yıl yazıyor. Burası gayet standart, ama kırmızı - bej uyumunu nedensiz bir şekilde beğeniyorum:

Bu kadar beklettikten sonra bardakta nasıl durduğunu görmenin tam zamanı. Hep söylenilen ne kadar fazla ve muntazam bir köpüğü olduğu. Ben de en çok bunu merak ediyorum. Tabii ki bir Orval Reis kadar olmasını beklemiyorum, ama yine de ümitliyim. Köpüğün bardakla adeta birbirini tamamlaması:

Güzel bir head, koyu sarı renkte bira ve beyaz rengiyle gayet uzun süren bir köpük. Sağda bir dakikadan sonra kalan köpük miktarını görebilirsiniz. Bardak kenarlarında da güzel izler bırakan bu birayı içmek için artık sabırsızlanıyorum.

Beklediğim gibi turunç ve meyvemsi kokular geliyor ilk başta. Ayrıca bardaktan yukarı doğru hücum eden kabarcıklar biranın oldukça gazlı olduğunu gösteriyor. Baharat ve biberimsi kokular da geliyor bu sefer. İsminde, markasında ya da modelinde "Hop" kelimesi geçen her bira gibi tipik turunç ve portakal kokusu olmasının yanı sıra, Belçika mayaları sayesinde bu koku bastırılmış ve yerini daha meyvemsi bir tada bırakmış.

İlk yudumda şerbetçiotu yerine baharat tadı aldım ben. Çimenimsi ve otsu bir tadı da yok değil. Turunç kesinlikle arka planda, muz, biber ve baharat da diğer karmakarışık tatların arasından sıyrılabiliyor. Kesinlikle beklenenden daha karmaşık bir bira. Belçika şerbetçiotları harmanı yine iş başında. Bitiminde biber ve alkolü kesinlikle hissediyorsunuz. Genizde kalıcı bir baharat tadı da bırakıyor. Birazcık da acı. Ağızda bıraktığı tat kurutulmuş baharat ve toprağımsı maya tadı, ve tabii Belçika acılığı. Sanki bir avuç toprak çiğnedim ve yuttum gibi. Biraz ağır geldi. O sebeple hemen bir yudum daha alıp bu histen kurtulmaya çalıştım. Da olmadı tabii, ağzımın tadını değiştirmem gerektiği için, komple birayı değiştirmeye karar verdim.

İçtikten sonra daha da net söyleyebilirim ki Belgian IPA2den ziyade Belgian Strong ale bence. Normalde IPA'de her yudumda mayayı hissedersiniz çoğu örneğinde, ama bunda kullanılmış candi şekeriyle daha dengeli bir birayla karşı karşıyayız. Aromaların hiç biri %8,3 alkol oranını maskeleyemiyor. Bu yaz sıcaklarında içinizi ısıtan bu alkolik hissiyatı herkes tercih etmeyebilir. İçinde "Hop" kelimesi geçmesine ve 5 farklı şerbetçiotu kullanılmasına rağmen bu bir "hop bomb" değil :) Yukarıda da dediğim gibi mayalı karakteri yüksek alkol ve hafif tatlılıkla dengelenmiş. İçimi ne çok zor ne çok kolay. Biradan alacağınız zevki katlamak istiyorsanız, sitesinde eşleşebilecek yemek önerileri de mevcut. Çoğunlukla balık (somon, körili midye ya da beyaz etli balıklar) veya sert gövdeli peynirlerle eşleştirilmesi öneriliyor (comté ya da blue cheese). Tabii bu önerilen peynirler de aroma olarak oldukça baskın ve kuvvetli peynirler. Benim puanım 80 / 100. Beer Advocate 84, RateBeer puanı da 79. son söz oalrak denemeniz gereken bir bira. Her yeni biraya aç olduğumuz gerçeğini de düşünürsek, çeşitlilik adına fırsat bulursanız bundan da eksik kalmayın.

Ekşiyen ağız tadımızı biraz tatlandırma zamanı şimdi de.

Ballı bira mı olur demeyin, çok güzel olur hem de: Barbar Blonde

Tam ismi "Barbar" değil, "Barbãr" aslında. A harfinin üzerindeki aksan çok önemli, lütfen. Bu bira sizi tarihte çok çok eskilere, birada henüz şeker yerine bal kullanıldığı dönemlere götürecek. Yıllarca insanoğlu tatlı bir şey istediklerinde şeker yerine bal kullandı. Balın toplanması ve tarihe ilk kaydı İspanya'daki duvar yazılarından ortaya çıktığı haliyle günümüzden 8000 yıl öncesine kadar gidiyor. Hatta Yunan ve Roma İmparatorluğu tariflerinde bal mutfakların vazgeçilmeziymiş. Bir diğer kullanım alanı da tabii ki alternatif tıp ve yaraları iyileştirme gücü. Özellikle mide rahatsızlıklarına iyi geldiğine inanılırken Çin, Mısır ve Yunan uygarlıklarında yanıklara ve açık yaralara da uygulanarak tedavi amaçlı kullanılırmış. Biz ise şu an sorunlarımızı tedavi amaçlı kullanacağız. Biranın hammaddesi olarak. Zaten eskiden beri şekere alternatif olarak bal kullanılmış hep, günümüze kadar gelen bu köklü tarifi de bir de Belçika yorumuyla denemekte fayda var.

La Chouffe bardağında servis edildiğine bakmayın, dikkat çekmek istediğim nokta bu biranın da kapaksız, elle açılan modelinin olduğu ama bizde olmaması.

İlk olarak söylemek isterim ki benim en çok beğendiğim şişe ve ambalaj tasarımlarından birine sahip. Sarı rengiyle birlikte Bala yapılan vurguyla beraber, üzerindeki Barbar figüründe de bir detayda daha gizli bal göndermesi: Kalkanının üzerindeki peteğimsi şekil. Figürün etrafındaki yazılar eski dildeki yazı karakterlerini andıran bir font seçilerek yazılmış. Bu da biranın tarihine ve tarifin eskiliğine yapılan en güzel göndermelerden biri. Ülkemizde bulunan şişesi de şuna benziyor, bakınız hemen alttaki fotoğraf. Bildiğimiz kapaklı düz bira:

Neyse kapaklı veya kapaksız, şişesine olan beğenim ve sevgim sayesinde iç pazara sunulan elle açılabilir versiyonunun gelmemesini eksi puan olarak yazmayacağım hanesine. Lefebvre eminim bunu duyunca çok sevinecektir.

Tadıma geçmeden önce biranın aldığı ödüllerden de bahsetmek istiyorum. Kıta Amerika'sında çok bilinen bir bira değil, bence Avrupa tarafında da hakettiği yerde değil. European Beer Star Hem altın hem gümüş ödülü ile birlikte 2010 Avustralya (evet doğru okudunuz) Uluslararası bira ödüllerinden de gümüş madalya ile dönmüş. Bunlardan European Beer Star Avrupa'dan çıkma biraların ve türlerin yarıştığı bir müsabaka. Muhtemelen kendi türünde yarışmaya katıldı yani "Specaility Beers" ve orada da ikincilik ve üçüncülük aldı. Oldukça iyi bir ödül. Çünkü bu kategorideki bir kaç örneği görünce hak verirsiniz: Samuel Adams Utopias, Rogue Honey Cream Ale, Dogfish Head India Brown Ale, Stone Arrogant Bastard gibi.

Bardağı aslında bize çok tanıdık. Senelerce bira içtiğimiz Efes bardağı. Ama biraz daha buzlu camdan yapılmışı. Tamamen opak sayılır. Bende bu bardaktan olmadığı için ona en benzer "Pint Glass" tan içtim. İçmeden önce ilk 11 pozu:

Tuzsuz fıstık seçmemin sebebi tatlıyı çok seviyor olmam ve biranın tatlılığını nötrleştirmek istememem. Sitesinde de Ya sirke ile zıt tat yaratmayı ya da tatlı kurabiye ya da şekerli meyveler ile daha da tatlandırmayı öneriyorlar.

Bir başka köpük şov ile karşı karşıyayız. Dökerken biraz frenlemesem "Bardaklara sığmam taşarım" dizeleri gerçek olacaktı. Ancak burada bir fark var, görüldüğü üzere daha ince bir köpük yapısı var (Light head). Çabuk kaybolacağa benziyor. ve Nitekim 1 dakika sonra da yarıya iniyor bayraklar. Odada bir yas havası hakim. Program ise şöyle: mayaların ardından bir dakikalık saygı duruşu, tuzsuz fıstık merasimi ve tadım.

Koyu altın renginde hoş bir rengi var. Bal rengi desek çok da haksızlık etmeyiz. Köpüğünde çok fazla kabarcık var, canlı maya izine rastlanmıyor. Fermantasyon çoktan tamamlanmış tek seferde. Asıl olay da kokusunda. Şu ana kadar her şeyiyle "bal, bal, bal" diye bağıran bira burada da aynı şeyi yapıyor. Bal kokusu, şekerli ve maltlı çok hoş bir aroması var. Alkol oranı %8 ABV, ama kokusunda eser yok. Bisküvimsi maltlar da geliyor. Kazandibi içmeye hazırlıyorum kendimi.

Tarifinde bütün malzemelere oranladığımızda ağırlıkça %2,5 dolayında bal kullanılmış bu birada. Ve her yudumunda bunu hissedeceğinizden emin olabilirsiniz. Oda sıcaklığında beklettikçe farklı tatların serbest kalmasına şahit oluyorsunuz ve yudumlarınız giderek zenginleşiyor. Tatlı maltlar ve bal ile birlikte turuncun kattığı acılık tarifsiz bir ziyafet yaşatıyor. ("Tarifsiz demişsin dostum, ama bir önceki cümlede tarif etmişsin zaten"). Bir yudumda portakal tadı alırken ötekinde baharat tadıyla kendinizden geçebilirsiniz. Boğazınız şiştiğinde ya da nezle olduğunuzda annenizin hazırladığı sihirli ballı bir karışım vardır, baharatlı. Aynen onu andırıyor bir süre sonra. Sonuna gelseniz bile alkolden eser yok sanki. Unutulmuş gitmiş arada. Şekerin alkole olan bu baskınlığı tabii ki de tehlikeli. Bir bakarsınız, siz farkına varmadan sarhoş olmuşsunuz. 

Belirtmekte fayda var, biranın başarısının ardında yörenin kuyularından ve nehrinden çekilen taze suyun payı da oldukça büyük. Tarifinde kişnişin de kullanıldığını söylemeden geçemeyeceğim. Bal tadının bu kadar kararında gelmesinde etkisi büyük. 

Önce

Sonra...

BeerAdvocate puanı 87, RaetBeer 79 vermiş. Ben burada biraz taraflı oy kullanacağım, çünkü tatlıya olan düşkünlüğüm ile birebir örtüşen bir bira. Ben 90 veriyorum. Şekerli veya tatlı bira seviyorsanız içinizi baymadan yüksek alkolüyle sizi ikinci şişede çakır keyif yapacak çok dengeli bir bira. Ben bulduğunuzda içmenizi tavsiye ederim. Eğer ballı bira beni çok bayar diyenlerdenseniz, Lefebvre'in önerdiği eşleştirmeler ile biradan aldığınız keyfi daha ada arttırabilirsiniz. Hem de içiniz şekerden bayılmadan: