BiraSever

View Original

Franziskaner Weissbier, Alman keşişleri, Alman kalitesi ve Alman geleneğinin bir ürünü mü?

Biri buğday birası mı dedi? Biraz tarih, biraz literatür, azıcık da Franziskaner

Ülkemize en son giriş yapan biralardan biri olan, ve aynı zamanda cep yakan meşhur buğday biramıza merhaba deme zamanı: Franziskaner Weissbier

Çoğu biraseverin gönlünde ayrı bir yeri olan buğday birasının tarihi artık herkesçe bilinen The Reinheitsgebot yasasına dayanıyor.

Karşımıza Alman bira tarihi ile neredeyse aynı anda anılan Bavyera Dükü V.Wilhelm’in ismi çıkar hep. Wilhelm Almanya'da ünlü biri, 1516 yılında "The Reinheitsgebot" olarak bilinen "German Beer Purity Law" biradaki saflık yasasını yürürlüğe almış. Bu yasaya göre biranın Almanya sınırları içerisindeki hammaddeleri bir standarda bağlanmış. 3 malzeme içerecek bir bira: At, avrat, silah. Şaka bir yana su, şerbetçiotu, ve arpadan oluşması standarda bağlanmış.

Bunun arkasında farklı bir politik neden olduğu söylenir. Karar biradan ziyade ekmek üretimini hedef alıyormuş. Ekmeğin o dönemki kıymeti sebebiyle (16.yy'daki yiyecek kıtlığı ve ucuz ekmeğe erişimin önemi), buğday, çavdar gibi daha "değerli" tahılları birada heba etmek istemiyormuş hükumet. Bu da ekmek fiyatlarını aşağıda tutmak demek.

Bir başka iddia da Kuzey Almanya'da yapılan biraların içinde Bavyera'da kullanılmayan katkı maddeleri içermesi. Bu kanunla Bavyera üretimini korumak amaçlanmış olabilir.

Bu hikayelerin ardından Buğday biralarımıza geri dönelim. Aslında jargonda biraz karmaşa var. Öncelikle bunu açıklamak istiyorum. İki ana türü var: Weißbier (Alm: "white beer", beyaz bira) ve Witbier (Flemenkçe: "white beer"). Temelde aynı anlama gelseler de tariflerinde farklılık var. Alman versiyonunda minimum %50 oranında buğday kullanılırken, Hollanda üretimlerinde Belçika geleneğine uygun olarak kişniş ve portakal kabuğu gibi aroma vericiler de kullanılıyor. İki türün de "White beer"  olarak geçmesinin sebebi etimoloji kaynaklı. "White" ve "Wheat" batı dillerinde benzer köke sahip. Bu ana türlere ek olarak da buğdayın yine fazla kullanıldığı "Berliner Weiße", "Gose" ve "Lambic" denilen türler var. Genele vurduğumuzda buğday maltı oranı %50-70 arasında değişiyor. Alman usulü üretilen buğday biralarının alkol oranı, rengi ve malzemesine göre de çeşitli alt versiyonları mevcut. Bunlar, "Hefeweizen (Weizenbier)", mesela Weihenstephaner en bilinen ve sevilen "hefe", daha koyu, biraz daha yoğun, vanilya, muz, hindistancevizi tatlı "Dunkelweizen", ağır ve maltlı, %6'dan daha alkollü "Bockbier" ("Doppelbock" ve "Eisbock" gibi daha sert versiyonları da mevcut), son olarak hefeweizen ve bock karışımı "Weizenbock" olarak anılıyor.

Bu sayılan türlerden Hefeweizen, Franziskaner’in ait olduğu alt grup. Franziskaner kimdir, nedir biraz tarih konuşma zamanı.

Tarihi ve hikayesi ile geçmişten günümüze Franziskaner

Öyle bir noktadayız ki, bira demek Münih demek, Almanya demek. Franziskaner de Weihenstephaner, Schneider ve muadilleri gibi Münih’te üretiliyor, üretici Spaten-Franziskaner-Bräu GmbH.

Etiketin altına dikkat, Münih’ten sevgilerle, 1363

Spaten’in hkayesi 1397lere kadar gidiyor. Tarihe kayıt olduğu ilk an Hans Weiser isimli brewer beyefendinin Münih’te Weiser Prew diye bir yer açması. Ancak işin tuhafı Franziskaner etiketlerinin üzerinde şu yazar: “From Munich since 1363”..

1363 yılında Seidel Vaterstetter isminde bir Münihli tarafından kurulduğu için bu tarih aslında Franziskaner’in ve hefeweizen’inin miladı kabul ediliyor. Franziskaner ismini birahanenin hemen karşısındaki Fransisken manastırından alıyor.

Fransiskenler, ilginç bir katolik tarikatı. Bir İtalyan rahibi olan Assisili Francesco, İsa'nın isteğine göre yoksulluk hayatı sürmeye ant içmiş müritleri ile kurduğu tarikata Franciscans demiş. Yazılı kaynaklara göre Papa III. İnnocentius 1210 yılında bu tarikatı kabul etmiş. Tarikatın esaslarına göre, Fransiskenler tam bir yoksulluk içinde, dilenerek yaşarlar ve yoksul halk çevrelerinde İncil'in hükümlerini yayarmış. Kahverengi bir cüppe üzerine yine aynı renkte bir harmani giyip bellerine de kuşak sararak gezerlermiş. Bir örnek kıyafet bu solda gördüğünüz şekil.

Geçmişi trajediler, savaşlar, yıkımlar ve yangınlarla dolu manastır ve üreticilerin aksine kendi halinde olaysız şekilde 1800lere kadar gelmişler. Kayda değer tek olay 1622’de tesisin Spatt ailesi tarafından satın alınması. Bu saatten sonra ismi Weiser olarak bilinen yer artık Spaten olarak biliniyor. Spaten de Almanca “kürek” demek, İngilizce “Spade” ya da.

1807’ ye geliyoruz; The Königliche Hofbräumeister, yani kraliyet biracısı ünvanlı Gabriel Sedlmayr Spaten’i alıyor. Spaten o dönemde yani 19.yy başında Münih’in en küçük üreticisi. Hofbrau, Schneider & Sons yürümüş gitmiş, öyle bir dünya.

1839’da baba Gabriel Sedlmayr’ın ölmesiyle oğulları Gabriel ve Joseph işin başına geçiyor. Hırslı evlat Joseph Spaten’deki hissesini satıyor ve başka bira maceralarına doğru yol almaya gidiyor. Böylece 1861’de bütün ihale Gabriel’e kalmış oluyor.

Joseph bu sırada Leist (Leistbrauerei) Brewery’yi satın alıyor. Ki buranın da tarihi 15. yy’a falan dayanıyor. Ve durmuyor, gidiyor Franziskaner’den de hisse satın alıyor. Franziskaner ve Spaten ayrı iki üretici o dönemde hala.

Buralar çok sıkıcı zaten pek numara yok. Gelmek istediğim nokta biranın logosu ve pazarlama yöntemi zaten. Spaten’in logosu bir adet malt küreği (Spaten) ve Gabriel Sedlmayr’ın baş harfleri olan G.S.’yi içermekte. Bu logo 1884’te tasarlanmış ve o yıldan beri çok az değişerek günümüze gelmiş.

Asıl olay ise keşiş logosu ve hikayesinde. Hangi logo hangi keşiş diyenler için buraya koyuyorum:

Yukarıda gördüğünüz logo, logonun orijinal hali ve 1909 yılında telif hakları alınarak kayıt ettiriliyor. 1935 yılında Münihli bir sanatçı Ludwig Hohlwein tarafından Franziskaner için tasarlanıyor ve o şekilde yine telifi alınarak kayıt altında tutuluyor.

Bu arada beklenen büyük evlilik 1922 yılında gerçekleşiyor. Spaten ve Franziskaner Bira evleri, Spaten-Franziskaner-Leistbräu AG çatısı altında birleşiyorlar.

Franziskaner ve etiketteki keşiş; bir pazarlama dehası mı?

Markanın keşiş vurgusu ve kendini farklı konumlaması yakın geçmişte olan bir konu. Fotoğraftaki keşiş bir Bavyera keşişi. Simgelediği şey ise “bira uzmanlığı” “bira üretiminde kalite” (Trappist biralarını ve logosunu hatırlayın. Kalitede belli bir standardın yakalanmasında güzel bir adım). Bir başka anlamı da tabii ki birada üretim geleneği. Gelenek de dolaylı yoldan uzmanlığı ve ustalığı simgeliyor aslında. Ve son olarak keşiş huzuru, sükuneti ve sakinliği simgeliyor. Bir logoda bunların hepsini verebilmek büyük beceri.

Dİkkat ederseniz 1930lara geldik ama daha buğday birasından eser yok. Şu ana kadar en iyi bildikleri iş Kellerbier, Munich Lager ve Münchner Hell üretmek. Hatta Münih’i bu türle tanıştıran ilk üretici Spaten Brewery. 1894 yılında kuzey Almanya’ya satmak için “Spaten Münchner Hell” isminde bir Helles yapıyorlar ve Pilsener türünde lager üreten ilk Münih biraevi oluyorlar. Bununla da kalmayıp 1895’te Hell türünde lageri Münih ile tanıştıran üretici oluyorlar. Bahsettiğim bu bira türlerinin tanımları ve özellikleri için bu yazıya davet ediyorum sizi:

Alman biraları ve türleri sıralı tam liste: 19 adet Lager ve Ale alt türü

Şu an marketlerde ya da publarda gördüğünüz buğday biraları var ya, onlar 1964 yılında üretilmeye başlanmış ilk. Hani ne gelenek, ne yılların getirdiği ustalık ne de köklü tarih…Bunlar hep pazarlama algısı ve algı yönetimi. En azından ustalıkları ve tecrübeleri buğday birası türünde değil, o konuyu netleştirmek gerekiyor.

Piyasaya sürülen bu ilk buğday birasının ismi: Spaten Champagner Weissbier. Orijinal adıyla The Champagner Weiße. İlk kez o yılın Oktoberfest’inde satışa çıkıyor.

Günümüzde en çok satan biraları olan Franziskaner Hefeweissbier'in piyasaya çıkış tarihi ise 1974! İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu biranın ürün gamına eklenmesiyle Spaten - Franziskaner adeta uçmaya başlıyor (Patinaj çekiyordu o dönemlerde diyebiliriz). 10 sene içinde Bavyera bölgesine dağıtımdan bir anda Amerika kıtasına dağıtıma başlanıyor,

1997 yılında büyüme stratejisinin bir parçası mı sonucu mu artık bilmiyorum; Spaten Brauerei ve Löwenbräu anonim ortaklık oluyorlar ve birleşiyorlar.

2003 yılına geldiğimizde de 1 milyon hektolitrelik yıllık üretim kapasitesine ulaşıyorlar. Bu da yatırımcıların gözlerinin dolar işareti olması anlamına geliyor ve üreticileri yutarak büyüyen ve para kazanan büyük üreticilerin dikkatini de çekmesi demek aynı zamanda.

Budweiser, Corona, Stella Artois, Beck’s, Hoegaarden, Leffe gibi markalarını yakından tanıdığınız bira devi AB InBev’in Alman iştiraki olan  Interbrew tarafından 2004 yılında satın alınıyor. Bu da çoğu üretici için mutlu son anlamına geliyor. Hikayenin bittiği yer gibi düşünebilirsiniz.

Büyükler devreye girince reklam, pazarlama, kampanyalar ve branding önem kazanmaya başlıyor. Bugün Almanya’da her 3 kişiden biri Franziskaner içiyorsa bunda keşiş reklamının ve vurgusunun önemi büyük. Keşiş hem gelenekselci Alman kültürü hem de bira konusundaki Alman tutuculuğu ile güzel örtüşüyor. Bu bir başarı hikayesi bana sorarsanız. “Bir ürün 10 senede nasıl bir dev haline gelir?” sorusunun cevabı Franziskaner markasında ve hefeweissbier’da gizli.

Ürettikleri diğer biralar, alkolsüz versiyonlar hariç, aşağıdaki gibi:

  • Hefe-Weissbier Naturtrub (Buğday birası, %5)

  • Hefe-Weissbier Dunkel (Koyu buğday birası, %5)

  • Weissbier Kristallklar (Filtrelenmiş buğday birası, %5)

  • Hefe-Weissbier Leicht (Light buğday birası, %2,9)

Franziskaner Hefe-Weisse tadım notları

Artık etiket ve şişe hikayesini biliyorsunuz, onlara değinmeme gerek yok. 500ml’Lik Alman şişelerini çok seviyorum ne yalan söyleyeyim. Hem ele çok güzel oturuyor hem de tam kıvamında bira içeriyor miktar olarak.

İtiraf ediyorum Franziskaner bardağım yok, ona en yakın olan Erdinger bardağını kullanıyorum:

Bu bulanık görüntüyü seviyorum. Yarı opak, ışıkta parlayan, buğday maltındaki proteinlerin etkisiyle ışığı geçirmeyen bir bira var bardağımda. Köpük beklediğimden biraz ince, ama döküş tarzımdan kaynaklı, bardak taşmasın diye elimi korkak alıştırdım.

Etrafa yayılan kokuyu kısaca şöyle tarif edeyim; diğer buğday biralarından farklı kokmuyor. Nüanslar var ufak ufak. Mesela daha çok maya ve buğday kokusu yayılıyor etrafa. Klasik muz ve karanfil yine var, orada sıkıntı yok, ama alttan alttan turunçgil kokusu da geliyor.

İlk yudumu alıyorum. Köpüklerin arasından gelen tat diğer buğday biralarından biraz daha farklı. Daha fazla buğday, daha fazla malt odaklı bir bira ile karşı karşıyayım. Diğer güzel örneklerinde mayanın şovuna şahit oluyorsunuz. Mesela bir Schneider Tap 5 içtiğinizde damakta yayılan big babol sakızı tadı, karanfil ve muz tamamen mayanın eseri. Franziskaner’de ise mayanın rolü maltın grisinde kalmış.

Birayı içtikçe gövdesinin ne kadar yüksek olduğunu anlıyorum. Oldukça fazla buğday kullanılmış. Türün diğer biralarına göre daha az tatlı, daha maltlı ve daha turunçlu. Malt tadı da ekmeği andıran cinsten. İngilizce “bready malt” diye geçen ifade yani. Birayı bitirmekte zorlanmıyorum bu yüksek gövdeye rağmen. Alkol oranı düşük, damağı yormuyor.

Son söz olarak diğer örneklerinden çok uzakta bir bira değil. Farklı ve kendine özgü bir şey de sunmuyor bana sorarsanız. Favorim hala Weihenstephaner bu klasmanda, ardından da Ayinger geliyor. Bu biralarda tecrübe ve kaliteyi anlayabiliyorsunuz. Eğer başka alternatifiniz yoksa hobi olarak Franziskaner yine alın. Ya da hiç tatmadıysanız. Ancak rakipleri bu kadar iyi ve güçlüyken Franziskaner yedek kulübesinde oyuna girmeyi bekleyen kaleci muamelesi görecektir.