BiraSever

View Original

Melekler şehri Los Angeles aslında biralar şehri mi? Amerika bira turu Bölüm II

Port Brewing’den ayrılıp, direksiyonu Las Vegas’a yöneltirken bizi bira kültürü anlamında çok da zengin bir şehrin karşılamayacağını bildiğimizden ötürü, bu 2 günlük arada karaciğeri biraz dinlendirmeye karar verdik. Bir de ne görelim, Dünya üzerindeki neredeyse her turistik yapının bir kopyasını görmeyi umduğumuz Vegas’ta, Münih’teki tarihi biraevi Hofbräuhaus heralde görmeyi beklediğim en son yapılardan biriydi benim için.


İçine girip gezsek mi diye düşünürken Mahmut Hoca’nın o efsanevi konuşması geldi bir an aklıma; “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir”. Bu replikten yola çıkıp biraevinin sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam, içinde bira olan yer olmadığını, Münih’teki Hofbräuhaus’un Amerika’nın keşfinden 97 yıl sonra 1589’da açıldığını hatırlayıp, oradaki atmosferin yanına bile yaklaşamayacağını bildiğimden içerisinde İngilizce konuşulan bir Hofbräuhaus’a girmekten vazgeçip Los Angeles’da gideceğimiz biraevlerinin hayalini kurmaya başladım.

 

Los Angeles

İlk durağımız olan San Diego’da şekerci dükkanına girmiş bir çocuk edasıyla, kısıtlı zamanımızda oradan oraya koşturarak neredeyse tüm biraevi ve barları gezmeye çalışmaktan biraz yorgun düşmüş olacağız ki, Los Angeles’da biraz daha nokta atışı yapıp, gitmek istediğimiz yerlerin sayısında ufak bir eleme yaptık. Çünkü Los Angeles, San Dieo’ya göre çok daha geniş bir coğrafyaya yayılmış ve haritada yakın dahi görünen yerlere ulaşmak trafiği de hesaba katınca saatleri bulabiliyor. Arabasız neredeyse hiçbir yere gidilememesi ile gezmek istediğiniz biraevi sayısının ters orantıda olması da buna bir etken tabi ki. Bu yüzden en azından kalacağımız yeri seçerken, hem deniz kıyısına, hem de en azından akşam gidebilmek için bir biraevine yakın olsun diyerek Venice’de karar kalmıştık. Verdiğimiz kararın ne kadar doğru olduğunu kaldığımız eve araba ile yaklaşık 5 dakikalık mesafedeki Firestone Walker’ın Los Angeles’daki micro-brewery’si The Propagator’ı görünce anlamış olduk.

Firestone Walker “The Propagator”

Aslen İngiltere’li olan David Walker, 1996 yılında ABD’ye taşındıktan 5 yıl sonra, kayınbiraderi ve aynı zamanda bir şarap üreticisi olan Adam Firestone ile Los Olivos, Kaliforniya’da Firestone Walker’ın ilk üretim yerini açarlar. İngiliz kökleri, ilk biralarının da bir Pale Ale olan Double Barrel Ale’a hayat vermesini sağlar. Firestone Walker ile ilgili bilinmesi gereken ve onu diğer biraevlerinden ayıran önemli bir özellik de artık neredeyse tarihe karışmış olan bir fermentasyon sistemi ile o dönem biralarını üretiyor olmaları. Burton Union!

Kısaca anlatmak gerekirse, Burton Union, 19. Yüzyılın başlarında İngiltere’de kullanılan karmaşık ve pahalı bir düzenek. Birbiri ardına sıralanmış ve bir hortum düzeneği ile birbirlerine entegre edilmiş meşe fıçıların içerisine fermentasyon için doldurulan bira, sürekli olarak bir fıçıdan diğerine geçerek devamlı bir sirkülasyon sağlanmasına olanak tanıyor. Aynı zamanda fıçıların üst kısmında yine fıçılara bir boru yardımı ile entegre edilmiş ortak bir havuzda da, sirkülasyonu ve aynı zamanda fermentasyonu devam eden biralardan arta kalan maya köpüğü toplanıyor. Bu sayede, hem fermentasyon sırasında fıçı içerisinde (o dönem çelik tankların henüz kullanılmadığını düşünürsek) biriken maya köpüğünün kolayca toplanarak köpükten arda kalan biranın kayıpsız bir biçimde fermentasyona devam etmesi sağlanıyor, hem de sirkülasyon esnasında bölünerek çoğalan maya, bir sonraki üretim için kolayca toplanabiliyor.

Adeta bir müze olan bu görüntü Burton Union’a dair fikir vermesi açısından internetten eklenmiştir

Hikayeye geri dönersek, 2015 yılında biraevinin Belçikalı Duvel Moortgat tarafından satın alınması, craft bira severler için bir hayal kırıklığı yaratsa da, şirket kuruluş misyonundan sapmadan David Walker önderliğinde kaliteden ve deneyselliğinden ödün vermeden kendini geliştirmeye ve güzel biralar yapmaya devam ediyor. Ayrıca bana göre Duvel Moortgat’ı AB InBev, ya da Heineken gibi büyük devlerden ayrı tutmak gerek, 1871 yılında kurulan bu aile şirketi bugün içinde Brasserie d’Achouffe, Liefmans, Ommegang, Boulevard gibi birçok farklı markayı barındırsa da, hiçbirinin kendi mevcut stratejisini bozmadan yola devam etmesi için elinden geleni yapıyor.

Bugün, Firestone Walker’ın 2001 yılında taşındıkları Paso Robles’deki ana fabrika, üretimin merkezi olmaya devam ederken, yine Kaliforniya Buellton’da bir fıçı dinlendirme tesisi bulunuyor. Burada özellikle vahşi maya ile fermente ettikleri biraları meşe fıçılar ile evlendirirken, birazdan anlatacağım Venice’deki küçük çaplı üretim yerinde de deneysel biralar yapıp bunlar arasından şişelenmeye hak kazananları belirleyerek ana ürün grubuna ekliyorlar. Kısacası “The Propogator” olarak geçen bu tesis, Firestone Walker için bir pilot-batch deneme yeri.

Biraevinin girişinde duvara görsel amaçlı konmuş meşe fıçılar karşılıyor sizi. İçerisi oldukça geniş ve ferah, bira menüsü ise dört bölüme ayrılmış durumda. İlki burada deneme amaçlı üretilip menüye dahil olmuş “The Propagator” biraları, ikincisi limitli sayıda üretilip genellikle sadece kendi mekanlarında bulabileceğiniz Firestone Walker biraları, üçüncüsü “Barrelworks” olarak da geçen, ömrünün bir bölümünü Buellton’daki fıçı tesisinde geçirmiş ve ağırlıklı vahşi maya ile fermente edilmiş ekşi biralar, son olarak da gecenin assolistleri “Proprietor’s Vintage” altında, fıçıda dinlendirilmiş stout ya da barley wine ağırlıklı Firestone Walker’ın ağır topları.

Fiyatlar Los Angeles’da ortalama bir bara ve servis ettikleri biraların kalitesine göre oldukça uygun, tadım setleri de mevcut ve ayrıca mekanın çok da güzel bir yemek menüsü baktıkça iştah açacak cinsten. Biz akşam geç bir saatte gittiğimiz için biraların yanına eşlik edebilecek bir tatlı seçimi yaptık ve çok beğendik. Hedonizmin doruklarına çıkmak isteyenler için tatlınızın içerisine ilave milk stout dahi ekletebiliyorsunuz. Garsonları oldukça güleryüzlü ve yardımsever. Menüde, dilerseniz yanınızda götürmek için take away şişe seçenekleri de mevcut. Buradan hem Firestone Walker’ın tüm biralarını, dilerseniz de Barrelworks etiketi ile üretilen ve temini oldukça güç vahşi maya ile üretilip fıçıda dinlendirilmiş limited-edition biralarını temin edebilirsiniz.

Tatlınızı yerken bir yandan da Parabola, Sucaba, Bravo, Mother’s Milk, Stickee Monkee gibi Firestone Walker’ın efsane biralarını deneyebileceğiniz bu mekanı biz çok sevip kaldığımız yere de yakın olduğu için  2 kere ziyaret ettik. Ayrıca brewpub’ın hemen karşısında büyük bir gift shop da bulunuyor. Buradan onlarca farklı hediyelik eşya da satın alabilirsiniz.

Adres: 3205 Washington Blvd, Marina Del Rey

Beachwood BBQ and Brewing

Yeşillikler içinde ve güneş altında bir bira, daha ne isteriz?

Hayatına restoran olarak başlayan bir biraevi

Beşinci günün şafağında doğuya bakan elf gözlerimiz ve karnımızdan gelen gurultu sesleri, Long Beach’de yer alan Beachwood BBQ&Brewing’e doğru yol almamızı sağladı.

Beachwood, kurucusu şef -evet bu kez bir homebrewer ya da brewmaster değil- Gabe Gordon’un fine-dining bir restoranda çalıştığı esnada buradan ayrılarak kendi restoranını açma fikri ile hayatına aslında restoran olarak başlayan bir yer.

2006 yılında, 28 yaşındayken, fine dining kısmını hayatının ilerleyen dönemlerine erteleyen Gordon, Seal Beach, Orange County’de küçük bir yer satın alarak burada kendi restoranını hayata geçirir. Orange County’nin konum itibariyle nispeten Los Angeles ile San Diego arasında kalması, Gordon’un restoranında San Diego’dan sıçrayan craft bira akımından etkilenerek restoranında marketlerde satılan biraların hiçbirini satmamaya karar vermesiyle, o dönem hem güzel yemek hem de iyi bira kombinasyonu yaratarak rakiplerinin önüne geçmesine olanak sağlar. Stone, The Lost Abbey, Alesmith gibi biraevlerinin en iyi biralarının yanında Gordon’un lezzetli mutfağı, mekanın bir anda popülaritesini arttırır ve Gordon’un seçtiği, aynı zamanda oldukça ender bulunan limited-edition bira listesi artan müşteri talebine karşı mekanın büyüme stratejisinin önünde bir engel çıkartır (Gordon, daha büyük bir mekan açtığında, müşterilerinin daha fazla bira tüketeceğini ve şu an menüsünde bulunan çok üst düzeyde biraların gelecek talebi karşılayamayacağını düşünür).

Daha fazla müşteri eşittir daha kötü bira denklemi, Gordon’un kendi biralarını yapmasına karar vermesinde en önemli etken olur. Bu esnada bir Beachwood müşterisi ve aynı zamanda bir home-brewer olan Julian Shrago ile tanışarak beraber Beachwood’un bira bölümünü kurarlar ve zamanla yaptıkları biralar da yemekleri kadar sevilerek her geçen gün artan müşteri talebiyle hem mutfaklarını hem de biraevlerini büyütür ve hatta ikinci yerlerini açarlar.

Bizim gittiğimiz Long Beach’deki brewpub 2011 yılında açılan ikinci biraevi, aynı zamanda buraya yolu düşenler için küçük bir amme hizmeti daha. Sokağın hemen karşı köşesinde 2014 yılında “Beachwood Blendery” adıyla açılmış ve sadece sour ve lambic biralara adanmış küçük bir bar daha var. Ekşi bira severlerin buraya uğramadan geçmemesini özellikle tavsiye ediyorum.

Mekana oturur oturmaz bira ve yiyecek siparişlerini veriyor ve beklemeye başlıyoruz. Bira fiyatları daha önce gezdiğimiz yerlere kıyasla biraz daha yüksek. BBQ restoranının olmazsa olmazı brisket ve biralara gömülürken hayatın ne denli güzel ve keyif verici olduğunu hatırlıyor adeta insan. Amalgamator IPA, buranın amiral gemilerinden, ama tabi brut new england IPA’dan vanilla fudge stout’a kadar birçok biraları mevcut ve çoğu da ortalamanın üzerinde. Yemekleri ise çok daha yüksek bir puanı hak ediyor.

Yemeğimizi ve biralarımızı bitirdikten sonra yemek üzerine adeta tatlı niyetine programladığım ve en çok merak ettiğim biraevlerinden biri olan Monkish’e doğru gitmek için yola çıkıyoruz.

Adres: 210 E 3rd St, Long Beach

Adres: 247 Long Beach Boulevard, Long Beach (Beachwood Blendery)

Monkish Brewing

Biraları kadar kurucusunun hikayesi de bir o kadar ilgi çekici olan Monkish, biralarını bırakın Avrupa, biraevinin arka sokağındaki şişe bira sata dükkanda dahi bulamayacağınız bir biraevi. Şişelediği ya da çoğunlukla kutuladığı biraları online olarak kendi sitesi ve sosyal medyada aynı gün yayınlayıp, insanların daha biraevi açılmadan kapıya hücum etmesiyle tüm stoğunu aynı gün içinde bitirmesiyle ünlü. Hatta bunun için lansman günü nasıl online sıra numarası alıp biranızın temin edileceği ile ilgili yaklaşık bir sayfalık bir yönergeleri bile mevcut !

Kutsal üçleme: 3 x Double IPA

Hikaye, Vietnam asıllı bir Amerikalı olan Henry Nguyen’in İskoçya’da teoloji alanında doktorasını yapıp Amerika’ya döndükten sonra Nisan 2012’de eşi ve 3 çocuğu ile birlikte kendi biraevini açması ile başlıyor. Ekşi biralara özel ilgi bir duyan Nguyen, tüm birikimini ve yatırımını sour biralar üretecek bir üretim tesisi için harcayınca (o dönem Los Angeles’da sour bira üretimi ve tüketimi oldukça sınırlı), vahşi maya ile fermente olan bu biraları dinlendireceği bir tane dahi fıçı almaya parası kalmıyor ve ilk üretimlerini o zamana dek yapmayı öğrendiği tek tür olan Belgian Ale üzerine yaparak saison türünde ilk biraları olan “Selah” doğmuş oluyor. “Selah” İncil’de 74 kez kullanılmış, anlamı tam olarak bilinmese de bazı kaynaklarca “Dur ve dinle” ya da Bekle ve bunun üzerine düşün” anlamına gelen biz sözcük (Teoloji doktorasını tamamlamış bir brewmaster’dan bu isimde bir bira yapmasına çok da şaşırmamak gerek)

Üretimin başladığı ilk yıllarda adeta tek kişilik dev kadro Nguyen, hem üretimde hem de tüm gün tadım odasında müşteriler ile ilgilenerek, neredeyse biraevinde uyuyup tüm emeğini ve vaktini bu işin geliştirilmesine harcıyor ve ancak birinci yılın sonunda fıçı yatırımı yapabilecek parayı kazanıyor. Bu esnada Asya-Amerikalı kimliği ve biralarında kullandığı o zamana dek çok da örneği görülmemiş hibisküs, sichuan biberi gibi farklı tatlar ile çok başarılı biralar üreterek adını duyurmaya başlıyor. İlk yılın sonunda fıçılar geldiğinde ise istediği biraya ulaşabilmesi için en azından bir o kadar daha süre geçmesi gerekiyor.

Bar taburelerinin üzerine minder niyetine konmuş malt çuvalı, inanılmaz bir detay

Nguyen’in, karakter olarak tam bir mükemmelliyetçi olması, yaptığı her birayla arasında adeta özel bir bağ oluşmasını ve o biranın istediği özelliklere sahip olmadan hiçbir şekilde satışa çıkmamasını sağlıyor. Bilimsel reçetelerden ziyade, her bir fıçı ile özel bir bağının olduğunu belirtiyor bir röportajında. Biraevinin kuruluş yıllarındaki IPA çılgınlığından da hem bu yüzden, hem de uzun süreli bir şerbetçiotu kontratı yapmamasından ötürü uzak duruyor. Hatta bir gün biraevinin duvarına kullandıkları tüm malzemenin doğal olduğuna da dikkat çekmek adına esprili bir şekilde “No MSG No IPA” tabelası asıyor (MSG, monosodyum glutamat olarak geçen aroma arttırıcı bir baharat). Bu biraevine gelen müşteriler tarafından oldukça tuhaf karşılanıp çokça fotğraflanıyor çünkü tam da IPA çılgınlığının yaşandığı bu dönemde bu kadar iyi biralar yapabilme kapasitesine sahip bir biraevinin dah herhangi bir IPA yapmamış olması adeta bir şalgam servis etmeyen kebapçıyla eşdeğer. Fakat Nguyen işini o kadar ciddiye alıyor ki, kafasında tasarladığı o IPA’ya ulaşmadan onu hiçbir şekilde müşteriler ile buluşturmamakta kararlı. Neyse ki açıldıktan yaklaşık 4 sene sonra artık IPA üretimine hazır olduklarını düşünüp New York’lu biraevi Other Half Brewing ile ilk ortak IPA’ları “First Things First”ü biraserverler ile buluşturarak tabelayı da o meşhur kaldıryorlar. Üretilen tüm biralar yaklaşık 1 saat içinde tükeniyor. İkinci IPA’ları “Run the Pigeon” ise 45 dakika dayanabiliyor ancak. Nguyen’in bu mükemmelliyetçiliği, önceden lansman için tüm müşterilere bilgi verilmesine rağmen lansmandan sadece saatler önce ürettiği bir birayı beğenmeyerek satışından vazgeçip tüm kutuların imha edilmesine dahi varıyor. Hem de ne yazık ki bira severler bu şokla bir kez değil 2 farklı lansmanda karşılaşmak durumunda kalıyorlar.

Ne içsek, ne seçsek, hepsi birbirinden güzel…

Biraların bu denli başarısı, her lansmanda biraevinin önündeki kuyrukların daha da uzamasına, biraların daha da kısa sürede tükenmesine yol açıyor. Lansman günü biraevi önüne park eden araçlardan ötürü, bu günler için özel park alanları, ilave güvenlik gibi detayları dahii düşünüyorlar bugün. Beni de bu kadar yolu gelmeye iten sebep bu uzun hikayenin başrol oyuncusu bu biraları denemek.

Kapıdan içeri girince küçük bir bar karşılıyor bizi. Buradan biranızı alıp arka bölümdeki oturma yerlerine geçerek biranızı içebiliyorsunuz. Biz gittiğimizde yaklaşık 10 farklı fıçı servis ediliyordu ama bu tabiki üretim ve stok durumuna göre zaman zaman değişebiliyor. Arka bölümdeki üretim tankları ile oturma alanını sadece bir “ip” ayırıyor ve tanklarla neredeyse yanyana biranızı yudumluyorsunuz. Bar taburelerinin üzerine minder niyetine konmuş malt çuvalı, bir biraevinde gördüğüm en güzel detaylardan biri.              

Yemek servisi bu kadar küçük bir biraevinde tahmin edeceğiniz üzere yok ama buranın da kapısındaki foodtruck atıştırmalık ihtiyacınızı tatmin edecek cinsten.

Biralara gelirsek, Foggier window adeta bir meyve suyu içiyormuşcasına aroma ve şerbetçiotu bombası yaratıyor damakta. Gazlılığı neredeyse yok denecek kadar az ve susamışken lıkır lıkır bir bardağı tek bir seferde içebilirsiniz. Haiku de Saison eski Sauvignon Blanc fıçılarında yıllanmış, damakta kupkuru ve topraksı tatlar bırakan bir saison. Bu birayı fıçıdan değil, direk şişeden servis ediyorlar. Gazlılık bunda da sıfıra yakın, bitiş çok kuru ve maya oldukça ön planda diyebilirim. Subliminal Sequel ise çılgın bir köpükle gelen, düşük alkollü fakat bolca maya ve şerbetçiotlarının ön planda olduğu bir belgian ale. Son olarak favorim olan ve bu tatil boyunca içtiğim en iyi biralardan biri olan Nighthawkz ise Virginia’lı Veil Brewing ile ortak yapım passionfruit, kayısı ve vanilya çubuğu eklenmiş double dry hopped bir double IPA. Yazarken dahi heyecanlanıyor adeta insan.

Monkish, kat edilen her kilometrenin, biralar için ödenen her bir doların hakkını fazlasıyla veren bir biraevi oldu benim için. Mecut üretim kapasitesi yüksek talebin çok çok az bir kısmını ancak karşılayabiliyor fakat zaten Henry Nguyen’in de amacı daha fazla para kazanmak değil. Öyle olsa eminim ki bugün kapısında bekleyen birçok yatırımcıdan herhangi biri ile anlaşıp üretimini 3-5 katına çıkarıp yine ürettiği biraların tamamını saatler içerisinde satabilirdi fakat onun bu takıntıya varan mükemmelliyetçi yanı ve yaptığı işi bir sanat olarak görmesi, bira severlerin bir süre daha uykusuz kalarak kapısında kuyruklar oluşturmasına neden olacak gibi duruyor.

Adres: 20311 S Western Ave, Torrance, CA

The Bruery & The Bruery Terreux

Kendimize bir gün ara verip bir numaralı turist aktivitesi Universal Studios gezisini araya sıkıştırdıktan sonra, biraevleri beklemez diyerek yine yola koyuluyruz. Tabi evden çıkarken, iş çıkışı trafiğinin de etkisiyle nasılsa aynı şehirdeyiz, çok da uzun sürmez diyerek kaldığımız yere yaklaşık 65 km uzaklıkta ve neredeyse 2 saat sürecek bir mesafeye doğru gideceğimizi ise aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz.

Los Angeles için kısa, bizim için uzun süren bir yolculuktan sonra The Bruery’e varıyoruz. Kısaca hikayesine değinecek olursak, hukuk öğrencisi Patrick Rue, üniversite yıllarında zamanının büyük bir kısmını kitaplardan ziyade kendi yaptığı biralara harcayınca, avukatlık lisansını almak için girdiği sınavı geçemez ve alternatif kariyer seçenekleri arasından kendisine en yakın olan bira üretimini seçer. 2008 yılında kurulan biraevi, yaptğı birbirinden başarılı biralar ile kısa sürede adını duyurur. Kurulduğu yıllarda ağırlıklı Belçika türünde biralar yapan fakat bunların yanına zamanla ekşi, vahşi maya kullandıkları saison ya da fıçıda dinlendirdikleri diğer biraları ekleyen biraevi, 2014 yılında vahşi maya kullanarak yaptıkları bu biralardan diğer üretim tanklarına bulaşabilecek bakteri riskine karşı iki üretim hattını ayırmaya karar verir ve bu sayede The Bruery Terreux markası doğar (Fransızca kökenli Terreux İngilizce “earthy” anlamına geliyor ki Türkçeye “topraksı” olarak çevirmek mümkün). Diğer birçok craft bira üreticisi gibi ek sermaye arayışında yolları bir yatırım firması olan Castanea ile kesişir ve Haziran 2017’den itibaren onların kanatları altında yükselişine devam eder. Biralarını Avrupa’da bulmak hem zor hem de genelde 750 ml şişeleri tercih ettikleri için her seferinde bir servet bayılmak gerekebiliyor. Bu yüzden amacımız içebildiğimiz kadar farklı birasını tadıp yorumlamak.

Üretim yerlerini ayırdıkları için birbirine yaklaşık 5 km’lik mesafede The Bruery ve The Bruery Terreux olarak iki ayrı tadım odası mevcut. Her ikisinde de iki farklı marka altındaki tüm seçenekler mevcut bu yüzden birini seçmeniz yeterli. Biz ilk biraevinin kurulduğu The Bruery’nin tadım odasını tercih ettik.

İçeri girince yaklaşık 50 farklı biralık bir fıçı bira listesi karşılıyor sizi. Neyse ki taster seçeneği mevcut ve 3 oz yani yaklaşık 90 ml’lik tadım kadehlerinde birçok farklı birayı denemeniz mümkün. Biz en yüksek puanı almış 6-7 birasını deneyebildik, fakat 19.5% alkollü bir barrel-aged imperial stout olan Black Tuesday, beklediğim üzere yoktu. İlki 2009 yılında üretilen The Bruery’nin bu birası, her yıl farklı alkol oranlarında şişelenip internet üzerinden yaklaşık 3 hafta öncesinde lansman tarihi duyurulan bu bira, hayatınızda bir kez olsun denemeniz gerekenlerden biri. Biralar dışında içeride dilerseniz biraevinin kendi jenga, iskambil vs oyunlarından alıp masanızda arkadaşlarınızla oynayabiliyorsunuz, zaten içilen biraların da etkisyiyle mekandan kahkaha sesleri neredeyse hiç eksik olmuyordu.

Biralarımızı içtikten sonra Los Angeles’daki son durağımız ve adeta bir altın vuruş niteliğindeki Bottle Logic için yola koyuluyoruz.

Adres: 717 Dunn Way, Placentia, CA (The Bruery)

1174 N Grove St, Anaheim, CA (The Bruery Terreux)

Bottle Logic Brewing

Brandon Buckner, Wes Parker ve Steve Napolitano. Anaheim, Los Angeles’da uzun yıllar boyunca ev biracılığıyla ile ilgilenen bu üçlü, bugün Bottle Logic markası altında biraseverlerin rüyalarını süsleyen, yeni bira lansman günlerinde insanların sürekli sayfa yenilemekten web sitelerini çökerttiği, batı yakasında kısa sürede adını duyurup hepimizin fellik fellik biralarını aradığı bir markaya hayat verdiler.

Bottle Logic’i kurmadan önce yaklaşık 10 yıllık dostlukları bulunan bu üçlü, zamanlarının büyük bir bölümünde o dönem farklı internet girişimleri bulunan Wes Parker’ın garajını adeta bir laboratuvara çevirerek birçok deneysel biraya imza atarlar. O yıllarda bu üçlünün her biri bir yandan kendi işlerine devam ederken (Steve aslen bir hukuk mezunu ve finans ve hukuk sektöründe çalışmış, Brandon ise fitness eğitmenliği ile meşgul bu esnada) içlerindeki craft bira sevdası ağır basıyor ve 2014 yılının başında kendi birikimlerini kullanarak Anaheim’da önceden araba tamir atölyesi olarak kullanılan bugünkü üretim yerlerinde ilk biralarını üretiyorlar. Biraların başındaki isim yani brewmaster Wes Parker, garajında yaptığı Double Actuator IPA’nın kendi biraevlerini açmasındaki kararı tescillediğini belirtiyor bir röportajında ve Double Actuator halen biraevinin sürekli olarak servis ettiği biraların başında geliyor.

Peki buraya kadar anladık, güzel, tipik bir craft biraevi hikayesi, gelelim bu arkadaşların başarısı nereden geliyor diye sorarsanız, biraevinin girişinde yazılı tek bir söz bence bunu açıklıyor; “United in the thirst of knowledge & beer” yani bilgi ve bira açlığı uğruna birleşmiş bir ekip, hiçbir yeniliği ve farklılığı denemekten çekinmeyen, bunu yaparken de olaya bir bilimadamı edasıyla yaklaşan başta brewmaster Wes Parker ve takımın geri kalan kısmı.

Thai fesleğeniyle yaptıkları pirinç lager, elma brandy fıçılarında dinlendirikleri imperial vanilla stout, ya da Türkiye’den gelen incir (as bayrakları as!) ve espresso çekirdekleri kullanarak yaptıkları imperial porter. Bu arkadaşlar neredeyse tüm biralarını yaparken o türün genel karakterini bozmadan kendi dokunuşlarını ekliyorlar ve ortaya muhteşem sonuçlar çıkıyor. Bunu yaparken de dünyanın her yerinden fark yaratacak en iyi bileşenleri seçerek daha önce denenmemiş reçeteleri uyguluyorlar. Özellikle bizim coğrafyamıza da ayrı bir ilgi duyduklarını düşünüyorum, yukarıda bahsettiğim “Anatolia Skull” adlı biralarında Türkiye’den ithal edilen incir kullanırlarken, bir west coast IPA olan lemon of troy adlı biralarında ortadoğu baharatlarına yer vermişler. Ayrıca geçen yıl lansmanını yaptıkları “Byzantine Vision” ı kendileri bir sıvı baklava olarak yorumluyor. Nedeni ise boubon fıçılarında dinlendirilmiş bir baltic porter olan biraya, şişelemeden önce ekledikleri bolca bal, fındık, antep fıstığı ve ceviz. E şimdi böyle bir bira için insanlar çıldırmasınlar da ne yapsınlar ?

Bugüne kadar her lansmanı aynı yukarılarda bahsettiğim Monkish biraevi gibi saatler içerisinde tükenen Bottle Logic, tüm bu yazdıklarımdan ötürü Los Angeles gezimizin son gününde kendime bir ödül olarak sakladığım bir biraeviydi. Tıpki diğerleri gibi küçük bir sanayi bölgesinin içerisinde üretim tesisi ve tadım odası bulunan biraevinde (neyse ki şu an yan dükkanı da almışlar ve 2019 başında burayı da birleştirerek daha geniş bir alanda hizmet vermeyi umuyorlar) biz gittiğimizde 18 farklı fıçı servis ediliyordu ve ben kendimi de zorlayarak(tabii canım çok zor bir iş dediğinizi duyar gibiyim) 11 tanesini denemeyi başardım.

Biralarına gelecek olursak, hepsi birbirinden farklı ve kompleks biralar. Lime, agave ve portakal kabuğuyla yaptıkları gose (Cualquier Cosa Gose), CO2 hop extract – sıvı hale dönüştürülmüş karbondioksit ile şerbetçiotunun içindeki yağları ve alpha asitleri bozulmadan alabilen bir teknik- ile yaptıkları IPA (Origin Trail), incir ve kahve çekirdekleri ile bourbon fıçıda dinlendirdikleri Imperial Porter (Anatolia Skull) ve son 4 yıldır her sene lansmanı adeta süper loto çekilişine dönen bourbon barrel aged imperial vanilla stout’ları “Fundemental Observation”. Daha sayamadığın birçok farklı reçete ve hepsi birbirinden başarılı biralar. Popülere karşı olan olumsuz görüşler ve eleştirilerin daha çok prim yaptığı günümüzde ben ne yazık ki bu arkadaşların bütün biralarını beğendim. Kısacası işin hem teknik hem de sanat kısmını çok güzel harmanlayıp ortaya birçok şaheser çıkarmışlar.

Şu an hangi bira nerede fermante oluyor, canlı bilgisi mevcut…

Bu bir sanat eseridir…

Mekanın arka kısmında tankları ve hangi tankda hangi biranın şişelenmek için beklediğini görebiliyorsunuz, fıçı dinlendirmeleri ise bir arka bölümde yapılıyor. Tadım için 4 oz’luk bardakları mevcut ve fiyatları 3-4 $ arasında değişiyor (Tabiki de 11 farklı birayı 500 ml’lik bardaklarda içmedim). Acıkan müşteriler için kapıda sürekli bir foodtruck mevcut, biraevinin ortaklarından ve pazarlama işlerinden sorumlu Brandon Buckner aynı zamanda bira&yemek eşleşmelerine de yoğun bir ilgi duyuyor ve 2019’da yandaki dükkanın da operasyona dahil edilip tadım odasını büyüttüklerinde küçük bir restoran kısmının da olacağını belirtiyor. Bir başka güzel haber !

Mutluluk yüzden okunuyor, gayet kendini açıklayan bir fotoğraf

Küçük bir hatırlatma yapmakta fayda var, Bottle Logic’in lansmanını yaptığı her bira saatler içerisinde internet üzerinden satışa çıkıp tükendiğinden, mekanın herhangi bir bottle-shop bölümü bulunmuyor. İnternet sitelerinde şişe gönderimi yaptıkları bazı noktaların adresleri mevcut fakat gidip denemiş biri olarak bu dükkanlarda da ürünlerini bulmak imkansıza yakın (limitli lansman biralarından bahsediyorum, tüm yıl sundukları Double Actuator gibi biraları bulunabiliyor) Biraevinin içinde sadece growler ve crowler (growler’ın daha uzun süre dayanabilen teneke kutu versiyonu) dolumu yapılıyor. Bu yüzden gelmeden önce bira-takas sitelerini araştırmakta fayda var, başka türlü bu biralara ulaşmak çok ama çok zor.

Adres: 1072 N Armando St, Anaheim, CA

Anaheim, Los Angeles’a gelen birçok turist için sadece Disneyland’dan ibaret olsa da, The Bruery ve özellikle Bottle Logic ile biraseverlerin Disneyland’ı olmaya aday bir bölge. Biz de son günümüzde az önce Mickey Mousse ile fotoğraf çektirmiş çocuklar gibi şen bir şekilde Anaheim’a veda edip kaldığımız yerin yolunu tuttuk. Melekler şehrinde, San Diego’ya göre sayıca az ama daha konsantre bir biraevi rotasını tamamlayıp, ertesi gün son durağımız olan San Francisco’ya doğru yola çıkmak için dinlenmeye koyulduk.