İki trappist birden: Zundert ve Gregorius
STIFT ENGELSZELL
Münih'in 200km kadar doğusundayız şimdi. Belçika sınırlarından çok uzakta, LaTrappe ile yaptığımız Belçika dışı turun ikinci durağındayız: Avusturya. Avusturya'nın bira tarihi en az Almanya kadar eski ve köklü "Engelszell Abbey" Türkçe'si de aynı: Engelszell Manastırı. Bira üretimi yolculuğumuzdaki en eski manastırlardan biri, 1293 yılındayız. Sistersiyen manastırı olarak kurulmuş. 1295'te de "Wilhering Manastırı" (Wilhering Abbey) keşişleri buraya yerleşmiş. Burada başka bir manastırın hikayesine girmek isterseniz, ilgili Wikipedia makalesi: Wilhering Abbey
Finansal ve dini inanış olarak Protestan Reformu (Tarih dersleriniz, XVI.yy; Reform-Rönesans) döneminde çok çile çektiği söyleniyor. Ama 1618 yılında Wilhering Manastırı'nın desteğiyle eski gücünü kazanabilmiş.
Manastırın çilesi bununla bitmiyor, 1699'da çıkan yangın sonrası tekrar mali sıkıntıya giriyor. 1720'de manastırın yönetimi yine hazineye geçiyor. 1754 - 1764 arasında Sistersiyen düzende Engelszell'den sorumlu en üst mertebeden atanan başkeşiş Leopold Reichl bir şekilde parayı denkleştiriyor ve manastır 10 yılda günümüzdeki görünümüne kavuşuyor. Kör talih oyununu oynamaya devam ediyor, 1786'da dönemin İmparatoru II.Joseph manastırı feshediyor, dağıtıyor ve binaları farklı amaçlar için farklı kişilerin kullanımına açıyor. Dini amaçlı kullanım, fabrika, ev vs...I.Dünya Savaşı'na kadar da bu şekilde kullanılıyor, sonrasında da terkediliyor.
Trappistler iş başında
1925 yılında Alsace bölgesinde yer alan "Oelenberg Manastırı'"ndaki Trappist keşişler, manastırlarına el konması sebebiyle buradan göçe zorlanmışlar. Tahmin edin onlara kim sıcak bir çatı sunuyor? Engelszell. Böylece oradan oraya sürülen keşişler sayesinde Avusturya'nın ilk Trappist Manastırı'nın temelleri atılmış oluyor. Buraya kadar her şey güzel giderken kaderin son tokadı 1939 yılında "Gestapo" tarafından atılıyor. Mallarına ve manastırlarına el konuşan yaklaşık 73 kişilik grup yine kaçmak zorunda kalıyor. Keşişlerden 4 tanesi toplama kampına gönderiliyor, bir kısmı tutuklanıyor, bir kısmı da orduda hizmete gönderiliyor. Savaş sonunda 23 tanesi geri dönebiliyor. Ancak cemaate 15 yeni üye katılıyor: Bosna'daki "Mariastern Manastırı"'ndan sürülen Alman asıllı Trappist keşişler. Günümüzde 9 adet keşiş yaşamaktadır bunların 4 tanesi yaştan dolayı kıdemli hale gelmiştir. Kalan 5 keşiş de günlük işler ve üretimle ilgilenmektedir.
Manastır şu an geçimini ormancılık, tarım, alkol / likör üretimi, Caritas Internationalis adı verilen Katolik kökenli sosyal hizmete destek olmak ve sınırları içerisindeki binalara su, elektrik vs... sağlamak ile sürdürmektedir.
Bu manastırın ürettiği biraların yeri bende ayrı. Trappist biralarından Avrupa'da olup da tatma fırsatı bulamadığım tek biralar bunlar. Oldukça da merak ediyorum. Yurtdışına çıktığım ilk fırsatta peşlerinden koşacağım. Konuya dönüyorum. Manastır sınırlarında 3 çeşit bira üretilmektedir.
Üretilen biralara eski başkeşişlerinin isimlerini vermişler. Güzel bir jest aslında. Diğer manastırlarda da olmayan bir gelenek. Gregorius Eisvogel, 1931–50 yılları arasında, Benno Stumpf, 1953–66 arası ve Nivard Volkmer, 1989–91 arası hizmet vermişler.
Gregorius %9,7 alkollü koyu bir Ale. Belgian Strong Ale ya da Abt. / Quadrupel diye geçen türden. Kavrulmuş maltların sonucu tatlı-acı kakao tadı domine etmekteymiş. Yerel şerbetçiotu kullanılarak üretilen bu birada aynı zamanda şeker veya şeker kamışı yerine, yine kendi çiftliklerinde elde ettikleri bal da adjunct (katkı maddesi, ek tatlandırıcı) olarak kullanılıyor. Bal dengeleyici olarak alkol tadını baskılama görevi de görüyor ve bitişe doğru sek bir his bırakıyor. Kokusunda çikolata, vanilya, kuru üzüm, bal ve tarçın gizli olan bu bira, ilk yudumla birlikte yüksek gazlılığı sayesinde damakta uyarıcı etkisini gösteriyor. Orta gövdeli bu bira okuduğum kadarıyla daha fazla üretilse de daha fazla noktada satılsa çok güzel olacak :)
İkinci biraları Benno %6,9 alkollü, orta sertlikte bir "Dubbel". Şerbetçiotu aroması Gregorius'a göre daha baskın olan bu amber renkli bira yoğun köpüğüyle dikkat çekiyor. Bana sorarsanız en dikkat çeken yönü, biranın rengi. Gün batımında içilen bir Benno, şafak renklerini bardağınızdan içiyormuş hissi uyandırıyor. Koku yelpazesi (bouquet) oldukça zengin: karabiber, maya, karamel, bal, malt, kayısı, elma, armut, hatta ananas ve kırmızı erik...Tam da bir Trappist markasına yakışır bir kompleksite. Kullanılmış olan bal bu bira da da bitimi sek bir hale getiriyor.
Son biraları Nivard ise bir Belgian Pale Ale. Fizik kanunlarına göre; her koyu trappist biranın düşük alkollü açık renkli zıt bir birası vardır. %5,5 alkollü bu son bira bol köpüklü, çok gazlı, muz, greyfurt ve turunç kokusuyla birlikte bekleneni pek karşılayamayan bir bira olarak bira severlerin ortalama yorumlarına maruz kalmış internette. Bira üretimi geçmişine bakarsak, Belçika'lı kardeşlerinden öğrenecek bir kaç şeyleri olduğu açık.
ABDIJ MARIA TOEVLUCHT
Trappist manastırlarının Belçika dışındaki ikinci adresindeyiz yine: Hollanda. İngilizce adıyla Mary Refuges Abbey bizi yine şaşırtmayarak Belçika sınırına çok yakın Zundert bölgesinde temelleri atılan bir manastır.
Burada "De Kieviet" (İng: Plover, Türkçe: Kızkuşu (?), - Bu bir kız kuşu linkidir -) ten bahsetmek gerek çünkü manastırın temeli buraya atılmış. Öncelikle belirtmem gerekir, burada zaten hali hazırda bir bira üretimi mevcutmuş. Bu da çiftlikteki biraları manastırın tarihinden daha eski yapıyor. 1851 yılı civarında çiftlik arazisi bozkırlarla çevrili olan iki geniş bataklık göl karışımından oluşuyormuş. Buraları Van Dongen isminde bir fırıncı ve Van Man adında bir noter devletten satın alıp işlemişler ve mütevazı bir çiftlik haline getirmişler. Sonraları da çiftlik hep başkalarına kiralanmış ve el değiştirmiş. Bizdeki kentsel dönüşüm bir nevi.
1899 yılında çiftlik 6 yıllığına Bart Nouws'a kiralanmış. Aynı yıl Van Dongen'in varisi araziyi Koningshoeven Manastırı başkeşişine hediye etmiş. Ne kadar yardım sever insanlar var görüyorsunuz. Tam bir hayırsever iş adamı. Koningshoeven'i nereden hatırlamamız gerek? "LaTrappe" markasından. Bütün hikayeler gördüğünüz gibi bir şekilde birbirleriyle bağlantılı. Başkeşiş de buraya bir manastır kurmaya karar verir bu cömert teklif karşısında. Aynı yıl yani 1899'da Tilburg'dan iki keşiş Koningshoeven'ı terkederek Zundert'te doğru yola koyulmuşlar. Adres bizim meşhur çiftlik: "De Kieviet".
Tilburg'daki başkeşişin buraya 12 keşiş göndermesiyle 24 Mayıs 1900'de buraya yerleşen trappist keşişler düzenlerini kurmuşlar, ve Mary Refuge (Maria Toevlucht) ismiyle manastır hayatını yaşamaya başlamışlar. Mandıracılık, domuz yetiştiriciliği, yem tarlaları, sebze ve meyve yetiştiriciliği ile uğraşmışlar.
1996'ya geldiğimizde cemaatin genişlemesiyle birlikte eldeki kısıtlı imkanları daha etkin şekilde kullanma ihtiyacı doğmuş, ve bu sebeple mandıracılıktan çıkmışlar. Bir sene sonra 20 büyükbaş hayvanla organik sığı eti üretimine yoğunlaşmışlar. 2009 olduğunda bu işin de zora girmesiyle birlikte, hayvancılıktan da vazgeçerler ve diğer örneklerde olduğu gibi "Acaba bira işine mi girsek?" sorusunu sorarlar. Bu işe girişmeden önce manastır, araştırma yapmak ve olayı çözmek için bir kaç keşiş görevlendirir. Buranın kuruluşunda önemli rol oynayan Koningshoeven (LaTrappe'ın çıkış noktası)'e bir kaç aylığına iki kişi gönderirler. Spencer üretiminde Avrupalı keşişleri hatırlarsınız. 3 tane ana kuraldan bahsetmişlerdi. Bunlardan ilki modern bir üretim tesisi kurmaktı. Nitekim Zundert'in üreticileri de buna uyarak, manastırın daha önceki renovasyonunda görev almış Ernst Joosten isimli mimar ile tekrar iletişime geçerler. Tesisin kurulmaya başlanması Ekim 2012 olarak tarihe yazılır. Yaklaşık 1 senede de tamamlanır (Haziran 2013). Temmuz ayında başlayan pilot üretimi sonrasında 2013 yılı Aralık ayında Zundert Trappist birası raflarda yerini alır. "Authentic Trappist Product" logosunu hakeden 9. Manastır ve biradır kendileri.
Gregorius ve Avusturya'nın birayla imtihanı
Öncelikle bu satırları elimde Weihenstephaner Vitus, yanında da tortilla cipsi ile yazıyorum. Sabahki bisiklet ve koşu antrenmanının üzerine kendimi ödüllendirme kararım, açık VPN'im ve ben. Gregorius ve Zundert'i Münih seyahatim sırasında, yaklaşık 4 ay önce almıştım. Birini evde tek başıma meraktan, diğerini de damadı sarhoş etmek için ihtiyaçtan açmış bulundum.
Klasik bir şişe tasarımı. Diğer trappist biralarından farkı yok. Asıl farklılaştığı nokta kahverengi etiket ve kullanılan eskitilmiş font. Şişesinde çok bir numara olmasa da font ve logo güzel bence. Trappist manastırların bir kaç yüz yıllık hikayelerine atıfta bulunurcasına seçilmiş. Benim aldığım biranın üretim tarihi Şubat 2016. Son tüketim tarihi de Şubat 2017. Yıllanmasını beklemeyeceğim çünkü merakıma yenik düştüm. Elbet beklese daha da güzelleşir ama benim o kadar vaktim yok. Bira orada rafta durdukça aklımda yer ediyor.
Bardağım yok, Trappist biralarının kralı olan St. Bernardus (Bence Westy'den daha güzel, daha erişilebilir ve daha az snob) bardağına boca ediyorum birayı.
Köpük mü? Ne köpüğü? Bütün çabama rağmen köpük oluşturamadım. Oluşan köpüğü de yakalayacağım derken ben fotoğraf çekene kadar o da bitti. Ama bardakta bir dünya maya vardı. Olsun, o da olumlu. Birada dikkatimi ilk çeken şey daha önce çok az rast geldiğim rengi. Sİz de bakın:
Kahverengi desem tam değil, kırmızı gibi, ama aynı zamanda bulanık, çok çok güzel gözüküyor. Daha birayı dökerken Belçika mayalarına özgü o koku ve muz odaya yayıldı. Baharat ve karanfil geliyor kokladıkça. Tabii bir de enteresan şekilde skalanın tatlı tarafından bal da geliyor. Bunun sebebi bu birada şeker veya şeker kamışı yerine, yine kendi çiftliklerinde elde ettikleri balın kullanılması. Burunda alkole dair bir iz yok, bal bunu da baskılıyor çünkü. Barbar isimli birayı hatırlayın hemen. Onda da alkolü alamazdınız mesela. Kuru üzüm, arada vişne ve kırımızı erik de var. Tipik bir Belgian Strong Ale ya da Trappist birasına özgü kokuları veriyor.
İlk yudumu aldığımda ise irkiliyorum; %9,7 alkolün 9,7'sini de hissettiriyor. Oysa ki kokusunda hiç böyle değildi. Neyin kokusunu aldıysam o haliyle damakta yerini alıyor. Oldukça gazlı bir bira. Ağzımın içinde patlayan şekerler varmış gibi her noktasını uyarıyor bu karbonasyon. Tatlı başlayan bu biranın bitimi ise gayet sek. Bunu da balın marifeti olarak bir kenara not alın. Bitiminde kahve, karamel, erik ama en çok baldan oluşan çok hoş bir tadı var. Gövdesi de orta. O yüzden her yudum ağzınızı kaplıyor. Maltların kavrulmasının getirdiği yanık, kavruk, çikolatamsı ve ekmeğimsi tatları ben pek alamadım. Genelde bu tarz strong ale larda bol bol olan ekmek tadı bunda yerini daha çok meyvemsiliğe bırakmış durumda. Bira ısındıkça alkol daha da hissediliyor ve tatlılık yerini meyvelere bırakıyor. Trappistlere özgü koyu meyveli, siyah erikli tat daha belirgin artık. Bardağın sonuna geldikçe enteresan şekilde kafayı bulduğumu farkediyorum. Üstelik daha ilk bardaktayım. Hiç yakıştıramadım kendime.
St. Bernardus'tan sonraki sıraya koyduğum bir bira oldu bu. Westvleteren'i erişilebilir olmamasından dolayı listeye eklemiyorum. Birayı oldukça kompleks bulduğumu söylemeliyim. Kesinlikle yavaş yavaş ve yudum yudum içilmesi gereken bir bira. Alkolü çok baskın. Tatlı gibi olsa da alkol mutlaka damağın ortasında hissediliyor. Trappist örneği olarak da güzel bir bira olmuş. Bu biranın hakettiği yerde olmadığını düşünüyorum. Bunu da henüz trappist sahnesine yeni çıkmasına veriyorum. Bence zamanla daha da kabul görecek bir bira. 87 / 100 :)
La Trappe'ın anavatanından henüz 2 senelik bir Trappist
Gregorius'u aldığım gibi, bu az bulunan birayı da Münih seyahatim sırasında "Biervana" isimli mekandan satın almıştım. İçmek çok özel bir güne nasip oldu. Bir düğün...Şahitlik yaptığım ve görevimin damadı sürekli sarhoş tutmak olduğu bir günde. Gece boyunca içilen biralar şu şekildeydi:
Onca biranın üstüne tadım ile ilgili ahkam kesmem ne kadar doğru bilemiyorum. Ama yine de aldığım notlara güveniyorum ve bir şeyler karalamak istiyorum.
Şişesinden başlamak adettendir, bira şişesi üzerinde kendini en çok gösteren renklerden olan mor renk bu şişede de çok güzel durmuş. Farklı bir hava verdiği kesin. Gregorius'taki yumuşak hatlı eskitilmiş font hissi Zundert'te yerini havalı bir fonta bırakmış. Kaligraf elinden çıkmış gibi. La Trappe ve Rochefort'da da benzer karakterler kullanılmış.
Bardak olarak Duvel bardağı kıvamında Tulip bardak kullandım. Deschutes Brewery'den sipariş vermiştim zamanında. Burası da adres: Deschutes Store
2013 Aralık ayında piyasaya sürülmüş olan bu biranın farkına varmam ve erişmem 3 sene sürdü. Kehribar, kahverengi bir tonu var. Gregorius kadar koyu değil, ve o kadar da kahverengi değil. Bardağı yarım doldurdum ve ona rağmen köpüğü çok fena. 1 parmak oluştu ama gördüğüm kadarıyla bu bira da köpüğüyle oldukça ünlü olacaklar arasında. Üstelik bardak seçimim de tam doğru değildi. Potansiyeli var
Kokusu bol meyveli ve karamelli şurup gibi. Maya kokusunu alıyorsunuz. Burada şunu not düşmek önemli. Henüz oldukça genç ve taze bir birayla karşı karşıyayız. Bu maya kokusundan 2 3 sene sonrasında eser kalmayabilir. O yüzden henüz aşırı kompleksitesi yok. Mayalar çalıştıkça daha fazla tat ve aroma katabilir. Kavruk maltlı, hafif acı ve alkolü hissettiren bir bira. %8 ABV alkolü var. İçtiklerimizin yanında bu ne ki diyebilirsiniz. Birada alkolün ortaya çıkma şekli oran ne olursa olsun çok önemli ve çok farkettiriyor.
Kokusu şekerli, biraz muz, Belçika mayasının esintileri hep bunlar. İçince de aynıları geliyor. en baştan tatlı ama bitimi şaşırtıcı derecede kontrast bir acılık hissettiriyor. Biraz metalik tat aldığım kısmı da doğru, ama kanımdaki alkol oranını düşündükçe bunun doğruluğu tartışılır. Orta gövdeli bir bira. Bu tat ve kokulardan sonra Gregorius veya piyasadaki diğer senelik trappistler kadar bir şey sunamıyor. Farklı bir deneyim değil. Denemeseniz de çok bir şey kaybetmezsiniz bence. Bu biranın biraz daha yolu var. 80 / 100 benim puanım, RateBeer ve BeerAdvocate sırasıyla 89 ve 84 vermiş.
Böylelikle denemediğim tek trappist Spencer ile Tre Fontane kaldı. Az kaldı onlara da sıra gelecek.